Atatürk’e Göre “Milli Hareket” Nedir?

Türk Milletinin dahi önderi M.Kemal Atatürk “ Milli Hareket “ hakkındaki görüşlerini 24/25 Ekim 1919’da Amasya’da Tasvir-i Efkâr Muhabiri Ruşen Eşref ile yaptığı görüşmede
şöyle ifade ediyor.

“Bu konu her düşüncenin üstündedir.  Milletin kendi hayatını kurtarmak, kendi yasal hakkını savunmak için çıkardığı sese katılmak her kendini bilen vatandaşın görevidir. Eğer bu millet, bu ülke bölünecek olursa genel onursuzluğun yıkıntısı altında kalan şunun, bunun da şahsi onuru da parça parça olur. Biz, o genel onuru kurtarabilmek için harekete geçen millete ruhumuzla katıldık. Katılmamıza engel olabilecek şahsi rütbeleri, konumları da genel onuru kurtarmaya yöneltilmiş bir amaç uğruna harcadık.

Bu hareket, milletin bir arzusudur, hatta bir ihtiyacıdır. Bu istek ve ihtiyacı birleştiren şey de kişiler değil bizzat olaylardır. Ülkenin birlik ve kurtuluşunu tehdit eden yasa dışı birtakım şiddetli istekler, topraklarımıza, hiçbir hakka dayanak olmaksızın meydana gelen saldırı, tehlike karşısında millete birleşmek gereğini duyurmuştur. Böyle bir harekete macera demek, bu hareketi maceraperestlikle adlandırmak aymazlık, kötü niyetlilik değil midir?Böyle bir zamanda, parti taktiği yapmak uygun mu? Ülke olmazsa partinin değeri ne olur. Önce ülke kurtarılmalı ki partiler de ondan sonra siyasal, sosyal bir temele dayanarak oluşabilsin. Anadolu’nun isteğine ve ihtiyacına uymayan bir hareketin Anadolu’nun ta göbeğinde barınması, yardım görmesi mümkün müydü?

Millete hizmet etmek için en emin aracın ”her türlü açık gösterişten vazgeçip ancak, milletin bağrında bulunmakla, manevî ödülü, maddî ödüle üstün tutmakla olabileceğini” düşünenlerdenim. Bundan ötürü, hayatta amaçlara ulaşabilmek için, millete hizmet edebilmek için yalnız bakanlık konumunda olmak gerektiğini düşünmedim. Açgözlülük dedikleri bu ise, ne bende, ne arkadaşlarımda yoktur. Bunu herkesin açıkça bilmesini isterim. Yüklendiğimiz görev çok kutsaldır. Onun kutsallığına birtakım şahsî hırslarla zarar verilmesini hiçbirimiz istemeyiz. Bizim isteğimiz, bugüne kadar hakkından mahrum yaşatılan, varlığı önemsenmeyen milletin yaşamaya, refaha lâyık bir güç olduğunu hükümetlere anlatmaktır. Ancak bu niyeti anlayan anladığını da yaptıkları işlerle kanıtlayan hükümetler hangi partiye üye olurlarsa olsunlar milletin kabulünü kazanır. Bunu anlayıp da milleti hâlâ kendi kafalarının keyfine göre yönetmeye kalkışan güçler artık birer “belâ”dır. Belâ çekmeğe de bu milletin artık tahammülü kalmamıştır. “Millet, yapılan işleri, kendisi kontrol etmelidir.” Hayata lâyık olduğunu dünyaya bu şekilde kanıtlamalı. Sonra da dünyadan hayat hakkını istemelidir!

Bak kardeşim, böyle milletten nasıl ayrılırsın? Bu eski püskü giysilerin içinde kötü gördüğün insanlar yok mu? Onlarda öyle bir yürek, öyle bir cevher vardır ki olmaz şey! Çanakkale’yi kurtaran bunlardır. Kafkas’ta, Galiçya’da arslanlar gibi çarpışan, yokluklara aldırmayan bunlardır. Şimdi bu adamcağızların, sosyal seviyelerini yükseltmek herhangi bir hükümetçilik açgözlülüğünden daha iyi değil midir? Bu insanî çabaların yanında siyasî mücadeleler bayağı kalır değil mi? Siyasî çatışmaların çoğu yararsızdır. Fakat toplumsal çabalar her zaman için yararlıdır. Bizim aydınlar buna çalışmalı. Neden Anadolu’ya geçip çaba harcamazlar? Neden milletle doğrudan doğruya temasta bulunmazlar? Ülkeyi gezmeli, milleti tanımalı. Eksiğini görmeli ve göstermeli. Milleti sevmek böyle olur. Yoksa sözle sevgi yarar sağlamaz.”Bu gün bile ne kadar doğru değil mi?